Özgürlük… Tanımlaması güç. Anlamı paradokslar içeren bir kelime… Söylendiğinde herkesin aklında farklı bir görüntü sunarak, insanı rahatlatan ve huzur veren bir kelime… Sorun şu ki.. “Sorun mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Herkes, o, zihninde tasavvur ettiği özgürlük hayaline kavuşmak ister ancak sorun işte burada başlar… Çünkü bu konfor alanımızdan dışarı çıkmak ve dışarıdaki birçok engelle savaşmak gerekir. Ancak bunun için öncelikle beynimizde kurduğumuz ya da bize çevremiz tarafından dayatılan engellerin ve korkuların hatta bu yolda engel teşkil edecek olan çocukluk travmalarımızın üstesinden gelmemiz gerekir. Tıpkı Truman’ın kafasındaki özgürlük simgesi olan Fiji’ye ulaşma hayali gibi… Ancak bunun için çocukken babasıyla çıktığı deniz yolcuğunda babasını kaybettiğinden dolayı oluşan deniz korkusunu yenmesi gerekir.
Truman, televizyon önünde doğmuş. Hayatı ise milyonların izlemesi için bir yapımcı tarafından televizyon şovu haline getirilmiştir. Etrafındaki herkes annesi, babası, eşi, en yakın arkadaşı, komşuları dahil olmak üzere herkes yönetmen tarafından şov için seçilmiş oyuncu kimselerdir. Bizim hayatımız da böyle değil mi zaten? Önce kendimizin seçemediği, ancak inandığımız din ya da görüşe göre Tanrı, Allah, doğa, karma dediğimiz güç, tarafından seçilen ve verildiğimiz bir ailede gözümüzü açarız. Sonra yine çevremizdeki kişiler, komşularımızda tıpkı Truman Şovdaki gibi seçilmiş kişilerdir. Evet, istediğimiz mahalleye taşınma konusunda özgür olduğumuzu düşünsek de yine de orta halli bir ailede dünyaya gelmişsek komşularımızı kahvaltıda havyar yiyen, beş çayını canı sıkıldığı için Fransa’da içen insanlara komşu olacağımız bir semtte oturamayacağız. Yani burada finansal anlamda yetersizliğin özgür kararlar almamızı engellediğini görürüz. Peki, durumumuz çok iyi olsa, bu bahsettiğimiz beş çayını Fransa’da içen sahip olamayacağımız komşularımızın yerinde biz olsak sizce özgür olur muyduk? Yoksa tıpkı etrafı gökyüzü yerine karton kutu ile sarılmış bir hayat mı yaşardık? Filmde dikkat ettiyseniz Truman’a hazırlanmış bir hayat ona yakıştırılmış bir eş ve iş var. Truman ne zaman gerçek aşkının peşinden gitmeye kalksa hemen engelleniyordu. İşte zengin bir yaşam biçiniz varsa etrafınızdaki insanların görüşleri de sizi belli bir kalıba sokar. Burada eski Türk filmlerine gönderme yapacak olursak: “Sen zengin bir fabrikatörün kızısın. O ise fakir bir oğlan. Baban olarak buna izin vermiciğim.” Bu senaryo size tanıdık gelmiştir. Gördüğünüz gibi paranızın olması ya da olmaması size özgürlüğü sağlamaz. Size sağlanan özgürlük çevrenizin, kültürünüzün size izin verdiği kadar. Filme dönecek olursak: İşte Truman Şov’da bunun altı çizilmeye çalışılmış, yapımcı Tanrı’ysa, hayatımızın yönetmeni de hep başkaları oluyor. Peki ya ne zaman kendi hayatımızın yönetmeni oluruz? Ya da gerçekten hayatımızın tüm iplerini elimize almamız, tamamen özgür olmamız mümkün müdür? Tüm engellere, tüm zorluklara rağmen korkularımızı aşıp Truman gibi çevremizdeki kartondan inşa ettiğimiz ya da edilmiş olan sınırlarımızın ötesine geçmeye başarırsak? O zaman ne olur? İşte şimdi özgürüz diyebilir miyiz? Truman o karton ardını aşıp gerçek gökyüzünü gerçek hayatı gördü ancak gerçekten özgürlüğüne mi kavuştu? Yoksa sadece daha geniş daha büyük bir hayat sahnesine mi adım attı? Filmin sonunda Truman’ın yüzündeki o mutluluğu görmek biz seyircileri mutlu etti. Sonrasında hepimiz kendimize ders çıkardık. Çoğumuz şöyle demişizdir. “Evet, ben de Truman gibi hayallerimin peşinden koşarsam, ben de mutlu olabilirim.” Ben de ilk izlediğimde böyle düşündüm. Ancak sonra fark ettim ki. Hayatımın ne zaman sonlanacağını bilmiyorum. Ve ne yazık ki nasıl sonlanacağını da… Ve biz hayata veda ederken ardımızda büyük bir miras bırakmamışsak seyircilerimizi pek gülümseteceğimizi zannetmiyorum. Burada ister istemez yine özgürlüğümüzü sorgulama noktasına geliyoruz. Hatta sonunda bu tartışma özgürlük dediğimiz şeyin sadece peri masallarında olabileceğini yani var olamadığına kanaat getiriyoruz. Peki, niye tüm savaşlar özgürlük adına yapılıyor? Bu da mı bir senaryo? Ne için? Filmde Truman’ın kendi savaşını gördük. Babasının ondan ayırdığı deniz onu da bu hayattan koparabilirdi. Tüm bunları göze alarak girdi bu savaşa Truman. Peki, ne için? Dünyayı gezme hayali… Bu karton yapılı dünyanın ötesine geçmek, bambaşka diyarları keşfetmek, gerçek aşkına kavuşmak, belki de gerçeğe duyduğu aşka kavuşmak için… Başardı da. Ama açıkçası asıl görmek istediğim şey, Truman hayallerine kavuştuktan sonraki yaşamı… Filmin sonunda ya da filmin devam niteliğinde ikincisi çıkmış olsaydı keşke. Truman hala mutlu olur muydu? Yoksa yıllardır düşlediği hayatının bir nebze de olsa beklediği gibi olmadığını gördüğünde, hayal kırıklığı mı yaşardı? İşte başta söylediğimiz gibi özgürlük denen şey paradokslar içeren bir kelime… Neyse Truman’ının her zaman dediği gibi “Olur da görüşemezsek, iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler.”
Beyzanur Mayatürk
Comments